Makaleler
Giriş ve Amaç: Bu araştırmanın amacı; bipolar bozukluk ve şizofreni hastalığına sahip bireylerin yakınlarının, tedavi ve hastaneye yatış sürecindeki deneyimlerinin incelenmesi ve deneyimlerine yönelik algıların anlaşılmasıdır.
Gereç ve Yöntemler: Bu araştırma nitel araştırma olarak tasarlanmış ve fenomenolojik desen kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında 5’i bipolar bozukluk, 5'i şizofreni tanısı olan 10 bireyin yakınıyla görüşülmüştür. Araştırmada katılımcılarla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiş ve bu görüşmelerde yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler betimsel analize tabi tutulmuştur.
Bulgular: Çalışmanın bulguları, “Yatış Sürecinde Hissedilenler”, “Başa Çıkma” ve “Çevrenin Tutumu” alt temalarından oluşan “Yatış Süreci” ve “Hastalığın Aileye Etkisi”, “Ailenin Tedavideki Rolü”, “Destekler Olmasaydı”, “Yatış ve Tedavi Sürecinde Yaşanan Zorluklar”, “Yatış ve Tedavi Sürecindeki İhtiyaçlar” ve “Sürece Yeniden Başlansaydı” alt temalarından oluşan “Hastalık ve Aile” ana temaları altında ele alınmıştır. Araştırma sonucunda hasta bireylerin yakınlarının hem tedavi sürecini etkilediği hem de tedavi sürecinden etkilendiği; hastalığa bağlı olarak sorunlar yaşadığı, bu nedenle hayatlarında birtakım değişiklikler yapma gerekliliği duyduğu görülmüştür. Ayrıca hasta yakınlarının hastalık hakkında bilgi edinmeye, psikolojik destek almaya, hasta ile ve tedavi sürecindeki profesyoneller ile daha sağlıklı iletişim kurma becerisine, yaşanılan zor ve ağır tecrübeler karşısında işlevsel başa çıkma stratejileri geliştirmeye, yakın çevreden sosyal destek almaya, damgalayıcı olmayan yaklaşımlara ihtiyaç duyduğu ortaya çıkmıştır.
Sonuç: Hasta yakınlarının da süreçten etkilendiği göz önünde bulundurularak yakını hastane yatışı yapmış aileler ile grup terapileri organize etmek, hasta yatış sürecinde iken, ailenin de farklı bir sağaltım sürecine dahil edilmesi, bu sürecin psikoeğitim ve psikolojik destek gibi unsurları içermesinin ve toplumu bu hastalıklar konusunda bilgilendirebilecek programların organize edilmesinin önemli olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu araştırmanın temel hedefi, yaşlı bireylerin evsizlik deneyimini anlamak, bu süreçte karşılaştıkları zorlukları ve yaşam koşullarını incelemek ve ihtiyaç duydukları hizmetlerin detaylı bir şekilde belirlenmesini sağlamaktır. Çalışma nitel araştırma desenine göre kurgulanmıştır. Bursa il merkezinde sokakta ve konukevinde kalan 11 yaşlı evsiz bireyle yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler betimsel analiz yöntemiyle analiz edilmiş ve yorumlanmıştır. Katılımcılarla yapılan görüşmelerde, yaşlı evsizlerin kişisel hikayeleri ve evsizliği deneyimleme süreci, yaşadıkları zorluklar ve yaşam koşulları ve ihtiyaç duydukları hizmetler şeklinde üç ana tema ortaya çıkmıştır. Bulgular, yaşlı evsiz bireylerin karşılaştıkları zorlukların çok katmanlı olduğunu ve bu bireylerin ihtiyaçlarının genel evsiz nüfusundan farklılaştığını göstermektedir. Yaşlı evsiz bireylerle yapılan görüşmeler, aile ve sosyal bağların eksikliği, sağlık sorunları, uygun barınma ve ekonomik imkanların yetersizliği, psikolojik ve duygusal zorluklar, güvenlik endişeleri ve hizmetlere erişimdeki sınırlılıkların onların yaşam koşullarını olumsuz etkilediğini göstermiştir. Özellikle aile ve sıcak bir yuva özlemi, yaşına uygun bakım ve sağlık desteği, emekli maaşında iyileştirme beklentileri ve huzurevine geçiş gibi ihtiyaçlarının olduğu tespit edilmiştir. Bu bakımdan kamu kuruluşları ve evsizlikle mücadele eden diğer ilgili taraflar, evsiz yaşlılar için kalıcı sosyal politikalar ve somut hizmetler geliştirerek, bu bireylerin yaşam koşullarını iyileştirmeli ve onlara nitelikli destek sağlamalıdır. Ayrıca, mevcut barınma hizmetlerinin niteliğini ve kapsamını artırarak, huzurevi ihtiyacı olan yaşlı evsizlerin derhal kurumlara yerleştirilmeleri sağlanmalıdır.
Kumar oynama davranışı, çalışmalarda madde ve alkol gibi bağımlılık yapıcı nesnelere göre daha az ele alınmakla birlikte bireyler üzerinde benzer etkiler gözlemlenebilmekte ve bu davranış patolojik bir sorun haline gelebilmektedir. Bu noktada psikolojik, biyolojik ve sosyal açıdan olumlu ya da olumsuz birçok faktör bireylerin kumar oynama davranışının bağımlılığa dönüşmesine aracı olurken bireyin kumar oynamayı sorunlarına karşı bir çözüm yolu olarak görmesine de sebep olabilmektedir. Bu araştırmada, kumar oynama davranışı üzerinde etkili olan yaşantısal kaçınma ve pozitif pekiştirme süreçlerinin anlaşılması ve betimlenmesi amaçlanmaktadır. Nitel araştırma yöntemi kullanıldığı çalışmada, en az bir kez kumar oynama davranışı sergilenmiş 13 katılımcı ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcılardan elde edilen veriler betimsel analiz yönetimi ile incelenerek “Yaşantısal Kaçınmanın Bir Aracı Olarak Kumar Oynama Davranışı” ve “Kumar Oynamayı Sürdürmede Pozitif Pekiştireçler” olmak üzere iki tema altında açıklanmıştır. Araştırma sonucunda, kumarın ilk zamanlarında pozitif pekiştireçlerin bireyin davranışları üzerinde etkili olduğu, kumar oynama davranışının süreklilik kazanmasıyla birlikte pozitif pekiştireçlerin yerini negatif pekiştireçlere bıraktığı ve pekiştireçlerin bireylerin olumsuz duygu durumu içerisindeyken kaçınma davranışı sergileyerek kumar oynama davranışına yönelmesinde etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen ve 11 ili etkisi altına alan Kahramanmaraş merkezli depremler, Türkiye afet tarihindeki en yıkıcı ve önemli sonuçları olan olaylardan biridir. Bu çalışmanın deprem sahasının zorluğu, depremzedelerin ihtiyaç çeşitliliği, yardım ortamının organizesi ve faaliyetlerin işleyişini sunarak literatüre katkı sağlayacağı hedeflenmiştir. Araştırma toplam 48 farklı STK’den toplanan anket soru formu, 21 farklı saha çalışanı ile yapılan mülakat soru formu katılımlarıyla gerçekleşmiştir. STK’lerin bölgede yaptığı kurumsal bilgilere dayanan hizmetlerin nicel görünümü için anket kullanılırken mülakata katılan katılımcılardan ise sahaya dair deneyimleri alınmıştır. Tüm bunlara göre elde edilen veriler toplam 12 alt tema ile açıklanmıştır. 12 alt tema ise 3 tema altında kategorize edilmiştir. Sonuç olarak ise saha çalışanlarının farklı bakış açısı ve fikirlerin de yanında birçok noktaya dair benzer izlenimleri olduğu anlaşılmıştır. Alınan ortak sonuçlar; deprem bölgesinin süreç içerisindeki ihtiyaçları, merkezi ve yerel yönetim arasındaki iletişim ve STK’lerin kendi aralarındaki iş birliği konusunda aydınlatıcı bilgiler sunmuştur.
This study aims to thoroughly examine the processes through which individuals who use substances access these substances. The main focuses of the study are the channels and locations of substance access, the process leading from substance use to procurement, communication with sellers, and applied privacy strategies. This research is designed according to qualitative research methods. During data collection, a semi-structured interview form was preferred, and interviews were conducted with 10 substance users. The collected data were analyzed using descriptive analysis methods, and the results were interpreted. The findings are presented under four themes: "Initiation of Substance Use, Methods of Accessing Substances and Privacy Strategies, Language and Trust Relationships in the Substance Acquisition Process, Locations for Substance Procurement, Risky Situations, and Social Consequences." According to the results of the study, it is highlighted that the process of starting substance use due to curiosity and experimentation, often influenced by social environment and friendships, turns into addiction, and individuals usually begin using substances between the ages of 14 and 18. The study finds that while experienced users resort to traditional neighborhood channels like street dealers, the new generation prefers social media platforms (such as Telegram, Instagram, WhatsApp, Facebook) and certain games (like PUBG mobile, Minecraft) as covert channels. It has also been determined that the language and communication methods used in the process of procuring substances are developed using various names and jargons specific to different substances. On the other hand, the need to secure financial resources for continuous consumption and procurement during the transition from substance use to procurement often leads individuals to illegal actions such as theft, robbery, and violence, as well as to dangerous and risky behaviors.
Küresel bir ilginin odağı olan toplumsal cinsiyet olgusu, formal eğitimin hemen hemen her kademesinde yer almaya başlamıştır. Kapsayıcılığı zaman içerisinde artan ve toplumsal cinsiyeti özellikle “eşitlik” minvalinde ele alan eğitim; öğrencilerin toplumsal cinsiyet algılarını, tutumlarını ve davranışlarını şekillendirmek gibi çok önemli bir vizyona sahiptir. Bu vizyonu gerçekleştirmek için aracılık eden bölüm müfredatları, öğrenme çıktıları ve ders kaynakları, belli aralıklarla geliştirilmeye ve iyileştirilmeye ihtiyaç duyulan öğretim materyallerindendir. Bu çalışmanın amacı, cinsiyete ve toplumsal cinsiyete dair detaylıca bilgi edinilen ruh sağlığı bölümlerinde “toplumsal cinsiyet temalı” derslerin incelenmesi ve mevcut eğilimlerin değerlendirilmesidir. Çalışmanın yürütülebilmesi için YÖKATLAS Web sitesinde güncel olarak yer alan psikoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, sosyal hizmet ve çocuk gelişimi programlarından toplam 97 bölüm, bu bölümlere sahip olan toplam 42 üniversite seçilmiştir. Üniversite bilgi sistemlerine erişilebilen derslerin müfredatları, ders öğrenme çıktıları ve bu derslerin içeriğini oluşturan ders kaynakları listelenip içerik analizine tabii tutulmuştur. Elde edilen bulgulara göre toplumsal cinsiyetin üniversite eğitiminde temsili kadınları odak alan bir bakışla özdeşleşirken LGBTİ-Q hakkında konuşulmaya başlanan içerikleri de kapsamaktadır. Çalışma neticesinde, toplumsal cinsiyet derslerinin belirli kalıplar üzerinde sınırlandırılmaması ve jenerasyonları tek tipleştirici içeriklerle ele alınmaması adına; güncel müfredatların belli periyotlarda yenilenmesi ve ilgili derslerin bu alana özgü akademik ilgisi olan akademisyenler tarafından verilmesi önerileri getirilmiştir.
Bu çalışma, orta ve alt gelir gruplarından bireylerin kripto para yatırımına yönlendiren motivasyonları ve bu motivasyonların ortaya çıkan sosyal ve ekonomik zorluklarla ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Buradan yola çıkarak, bu çalışmanın ana araştırma cümlesi kripto para yatırımının içinde bulunulan maddi zorlukları aşmada orta-alt sosyoekonomik gelire sahip aile fertleri açısından giderek daha fazla başvurulan bir yöntem olduğu ve bu yöntemin doğurduğu sonucun maddi kayıpları daha da derinleştirdiği ve aile içi sorunları arttırdığı yönündedir. Araştırma, fenomenolojik bir desen ve nitel araştırma yaklaşımını kullanarak gerçekleştirilmiştir. Katılımcılarla yapılan yarı yapılandırılmış görüşmeler sonucunda elde edilen veriler analiz edilmiştir. Bulgular, orta-alt gelire sahip bireylerin kripto para yatırımına farklı motivasyonlarla girdiğini ve bu yatırımların maddi sıkıntıları aşma amacı taşıdığını göstermektedir. Ancak, finansal okuryazarlık eksikliği, düzensiz piyasa koşulları ve spekülasyon nedeniyle beklenen kazançların elde edilememesi, bu yatırımcıların kayıplarını artırmıştır. Ayrıca, bu kayıpları telafi etmek için borçlanma ve kredi alma eğilimi göstermişlerdir. Araştırma, finansal okuryazarlık düzeyinin artırılmasının önemini vurgularken, düzenleyici önlemler ve ekonomik yardım seçeneklerinin geliştirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.
Suriye’den Türkiye’ye yönelik kitlesel göç hareketinin ilk 10 yılı geride kaldı ve ikinci 10 yıllık süreç ciddi belirsizliklerle ilerlemektedir. Bu süreçte Suriye’nin durumu ve Türkiye’deki Suriyelilerin geleceği, gerek siyasetin gerekse de kamuoyunun gündemine dönemsel olarak yön vermektedir.
Yaşanan göç sürecinde sivil toplum kuruluşlarının saha çalışanları ise Suriyeli göçmen grubun ihtiyaçlarını ve kültürlerini yakinen tanımış olmaları nedeniyle kritik özneler halini almışlardır. Bu noktada saha çalışanlarındaki söz konusu deneyim birikiminin bir yandan Türkiye’nin bugüne kadar yürütmekte olduğu göç politikasına ışık tutacağı, diğer yandan da bugünden sonra yürüteceği göç politikasına katkı sunacağı düşünülmektedir. Bu sebeple de bu araştırma, Suriyelilerin Türkiye’deki geleceklerin ilişkin güncel tartışmanın doğrudan Suriyelilerle çalışan saha çalışanlarındaki yerini ve görünümünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. Saha çalışanlarının öznel deneyimlerini ve özgün önerilerini sunmalarına imkân tanıyacağı düşüncesiyle nitel yöntemin tercih edildiği bu araştırmada veri toplama aracı olarak kullanılan derinlemesine mülakatlar, geride kalan 10 yıllık süreçte Suriyelilere yönelik çalışan sivil toplum kuruluşlarına bağlı 22 saha çalışanıyla yapılmıştır. Her birinin farklı bir kurumda olması tercih edilen saha çalışanlarından elde edilen verilerin analizi için MAXQDA programı kullanılmıştır. Buna göre de 23 alt tema üzerinden organize edilen nitel bulgular; göç politikasında belirsizlik, geri dönüş politikası, sosyal uyum politikası ve göç politikasına öneriler şeklinde 4 tema altında kategorize edilmiştir. Sonuç olarak ise saha çalışanlarının, aktarımlarıyla birçok noktada birbirinden ayrıştığı, ancak bir araya gelerek bir bütün oluşturdukları ortaya konulmuştur.
Bu çalışma, cin çarpması, nazar değmesi ve okuma konularında uzmanlaşmış şifacıların ruh sağlığı uzmanlarına yönelik bakış açılarını ve ruh sağlığı uzmanlarıyla iş birliği yapıp yapmadıklarını incelemeyi amaçlamaktadır. Nitel araştırma yöntemi kullanılarak derinlemesine mülakat ve gözlem teknikleriyle 20 şifacıdan veri toplanmıştır. Elde edilen veriler Maxqda 2022 Nitel Veri Analiz Programı’nda betimsel analiz yöntemiyle analiz edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, katılımcıların ruhsal ve manevi temelli sorunlar için gelen bireyler ile ilgilendikleri, uyguladıkları manevi tedavi yöntemlerinin etkilerinin ne olduğu, başvuran kişileri geri takip süreçlerinin nasıl ilerlediği belirlenmiştir. Ayrıca katılımcıların genellikle ruh sağlığı uzmanlarına olumlu bir tutum içinde oldukları ortaya çıkarılmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda, ruh sağlığı çalışmalarına manevi uygulamaların dahil edilebileceği düşünülmektedir. Ayrıca, araştırma manevi destek hizmetlerinin tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olduğunu, günümüzde Batı'da "pastoral care" ve "pastoral counseling", ülkemizde ise manevi rehberlik adı altında gelişen bir alan olduğunu ortaya koymaktadır. Bu klinik-dini danışmanlık hareketinin ülkemizdeki çeşitli kesimleri kapsadığı göz önüne alındığında, alanın daha fazla gelişmeye ihtiyaç duyduğu ve daha fazla araştırmaya gereksinim olduğu sonucuna varılmıştır. Araştırmanın bulguları, manevi destek hizmetletrinin önemini vurgulayarak ruh sağlığı alanında yapılan çalışmalara katkıda bulunmaktadır.
Küresel piyasalar tarafından aşırı tüketimin teşvik edildiği bir dönemde borç yüklenen bir kimse borcun ifasında giderek daha fazla sorunlar yaşamakta, faiz yüküyle bu sorun daha da derinleşmekte ve bu durumun yarattığı stres doğrudan aile ilişkilerine etki etmektedir. Banka ile kurulan borç ilişkisinde kredi geri ödemelerinde yaşanan her aksama aile içinde şiddet, geçimsizlik, boşanma, intihar ve ruh sağlığı problemlerini beraberinde getirmekte ve toplum sağlığı giderek bozulmaktadır. Bu tehlike özellikle orta ve alt gelir gruplarında daha fazla kendini göstermektedir, zira refah seviyesi ve birikmiş sermayesi sınırlı olan bu grupların borç sarmalına girme olasılığı diğer üst gelir gruplarına göre daha yüksektir. Bu çalışma, orta ve alt gelir düzeyine sahip aile bireylerinin içinde bulundukları maddi zorlukları aşma niyetiyle başvurdukları banka kredisinin zamanla aile sistemine olan çok boyutlu etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda, çalışmada banka kredisi ile ilk temas öncesi ailedeki roller ve aile içi iletişimin sağlığı ile kredi kullanımı sonrası bu rollerin ve ilişkilerin değişimi mukayese edilmektedir. Çalışmada, zorlukları aşma konusunda banka kredisinin kısa vadeli çözümler getirme olanağı yaratmasına rağmen orta ve uzun vadede borçluluğun ve kredi geri ödemesinin yarattığı stres ve potansiyel geri ödeme aksamaları sebebiyle aile sisteminin bu süreçten olumsuz etkilendiği varsayımı, görüşmelerden elde edilen bulgularla mukayese edilmiştir. Araştırmaya katılan örneklem, 24 evli, boşanmış ya da ayrı yaşayan yetişkin bireyden oluşmaktadır. Katılımcıların en az bir defa banka kredisine başvurmuş olmaları, özellikle tüketim, ihtiyaç veya taşıt kredisi başvuruları, dâhil edilme kriteri olarak belirlenmiştir. Yatırım kredileri ise çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. Veri toplama sürecinde, yarı yapılandırılmış görüşmeler aracılığı ile veriler toplanmıştır. Ses kayıtları deşifre edilerek elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Çalışma, 15 farklı kod ve 4 farklı tema ile sonuçları değerlendirmekte ve aktarmaktadır. Verilerin doygunluğa ulaştığı ve yeni verilerin öncekileri tekrar ettiği noktada, veri toplama süreci durdurulmuştur. Bu temalardan elde edilen sonuçlara göre katılımcıların önemli bir bölümünün mevcut borçlarını ödemek veya daha önce çekilmiş kredileri kapatmak için yeni kredilere başvurdukları gözlenmektedir. Katılımcıların pek çoğu için bu durum bir sarmal haline gelmiş ve mevcut borcu kapatmak niyetiyle çekilen bir krediyi kapatmak üzere sürekli yeni başvurulan krediler birbirini takip etmiştir. İkinci temada ortaya çıkan din faktörüne göre faiz yükü ve kredi borcunun zamanında ödenememesi planlanan işin başarısızlığına ve ailenin mali durumunun daha da kötüleşmesine neden olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu, katılımcının ifade ettiği "bereketsizlik" kavramını somutlaştırmakta ve hem finansal hem de kişisel refah açısından verimlilik, huzur ve memnuniyetin azaldığı bir duruma yol açmaktadır. Sonraki temada dikkat çeken borç stresinin aile dinamiklerinde ve ilişkilerinde önemli değişikliklere yol açtığı katılımcılar tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. Bu bağlamda, eşler arasındaki tartışmalar, çocuklar üzerindeki baskı ve genel aile huzurunda yaşanan kayıp finansal stres ve baskının sonuçları olarak düşünülebilir. Benzer şekilde, dördüncü tema kredi geri ödemesinde borç stresi ile birlikte sosyal ve maddi şartların aile ilişkilerini daha da kötüleştirdiğini açıklamaktadır.
Bu çalışma, sosyal hizmet uzmanlarının karar verme davranışlarını etkileyen faktörlerin mesleki deneyimlerine dayalı olarak incelenmesini amaçlamaktadır. Bu amaca istinaden nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Ayrıca araştırma desenleri arasından durum çalışması deseni kullanılmış ve yirmi katılımcıyla yüz yüze görüşmeler yapılmıştır. Bir diğer veri toplama yöntemi gözlemdir. Katılımcıların karar verme sürecini etkileyen sekiz temel faktör belirlenmiştir. Bunlar: sosyal hizmet uzmanlarının görüşleri (müşteriler, yoksulluk, sosyo- ekonomik destek hizmetleri), uygulamadaki değerlendirme süreci, öznel deneyimleri, dünya görüşleri ve ideolojiler, mesleki eğitim, işyerindeki mesleki deneyim, meslektaşlarla istişare, kurumsal ve kurumsal olmayan beklentiler. Belirlenen faktörler, sosyal hizmet uzmanlarından makul ve gerekçeli kararlara varmaları beklendiğinde karar verme davranışlarının karmaşıklığına işaret etmektedir. Ayrıca kararlarında subjektif değerlendirmeler de mevcuttur. Bu nedenle aynı vaka hakkında farklı kararların olma ihtimalini ortaya çıkmaktadır. Bu, sosyal hizmet uzmanlarının mesleki uygulama ile kişisel değerler arasında bulanık olabilecek sınırları tanıyabilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları kendi değerleri ve mesleki sınırları arasında ayrım yapabilmelidir. Mesleki standartların korunmasına özel dikkat gösterilmelidir. Araştırma sonucunda daha ileri araştırmalara yönelik çıkarımlar tartışılmıştır. Ve sosyal hizmet uzmanlarının karar verme yöntemlerine ilişkin rehberlik yapması hedeflenmektedir.
Öz
Bu araştırmada yaşlılara bakım veren aile üyelerinin bakım verme ile hakları konusunda ne kadar bilgiye sahip olduklarını ortaya çıkarmak, yararlandıkları hizmetleri değerlendirmek ve ihtiyaçlarını tespit etmek amaçlanmıştır. Bu amaç için nitel araştırma yöntemi, durum çalışması deseni kullanılmış, derinlemesine mülakat ile gözlem yapılarak veri toplanmıştır. 48’i bakım veren, 15’i yaşlı olmak üzere toplam 63 kişi ile iletişime geçilmiştir. Ancak Covid-19 nedeni ile birçok kişi mülakat yapmayı kabul etmemiş ve toplam 19 bakım veren aile üyesi ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler Maxqda Nitel Veri Analiz Programına yüklenmiş, veriler birkaç kez okunmuş, kodlamalar yapılarak ana temalara ulaşılmıştır. Veri analizinde betimsel analiz tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda bakım verenlerin bakım verme ve hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları görülmüştür. Bu durumda hem meslek elemanları tarafından bilgilendirilmemelerinin hem de haklarının yeterince tanıtılmamasının etkili olduğu belirlenmiştir. Bununla beraber ev içi yardımcı personele, psikolojik-sosyal-maddi desteğe, yaşlı bakımı eğitimine, sosyal güvenceye, toplumsal farkındalığa ihtiyaç duydukları tespit edilmiştir. Bakım verenlerin bilgi düzeyleri ve ihtiyaçları doğrultusunda gerekli uygulama ve politikaların üretilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Öz
Sürekli artış gösteren ve toplumsal bir sorun haline gelen boşanma, bireyler açısından da çeşitli problemlere neden olmaktadır. Bu çalışmada, boşanmış erkeklerin, erkeklik bağlamında yaşadığı boşanma deneyimlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma, karma yöntem kullanılarak yakınsayan paralel desende tasarlanmıştır. Çalışmanın nicel kısmı için sosyo-demografik sorularla beraber; FISHER Boşanma/Ayrılığa Uyum ölçeği-Kısa Formu ve Yaşam Doyumu Ölçeği kullanılmıştır. Nitel kısımda ise araştırmacı tarafından hazırlanan nicel veri toplama araçları ile paralellik gösteren, yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Araştırmanın nicel aşaması için 400, nitel aşaması için 18 boşanmış erkekten veri toplanmıştır. Elde edilen nicel ve nitel veriler ayrı ayrı analiz edilmiştir. Araştırmanın nicel bulgularında katılımcıların demografik bilgileri ile ölçeklerin ilişkili veriler sunulmuştur. Nitel kısımda ise boşanmış erkeklerin çocuklarına dair deneyimleri, yasal süreçlere ilişkin deneyimleri, baş etme mekanizmaları ve boşanma uyumlarına ilişkin veriler sunulmuştur. Son kısımda ise nicel ve nitel veriler birleştirilerek literatürle birlikte tartışılmıştır. Araştırmanın sonucuna göre boşanma olgusu muhatap olduğu tüm kesimleri etkilemektedir. Eril düzen içinde erkek olmanın da zor olduğu, bu anlamda erkeklerin boşanma durumunda olumsuz deneyimler yaşadığı, boşanma sürecinde ve sonrasında pek çok sorun yaşadıkları anlaşılmıştır. Boşanmış erkeklerin başlıca; ekonomik problemler, psikolojik problemler, kalacak yer sorunu, çocuklarını görememe, nafaka problemi, ebeveyne yabancılaşma sorunu, yalnızlık, dışlanmışlık vb. sorunlar yaşadıkları görülmüştür.
Madde bağımlılığı, toplumlar için risk arz eden bir hastalıktır. Dünya üzerinde her yıl bağımlı oranları yükselmesiyle ülkeler bağımlılık üzerine her geçen yıl aldıkları önlemleri artırmaktadırlar. Madde bağımlılığı, bireyin hem ruhsal hem de fiziksel sağlığını olumsuz etkileyen, sosyal anlamda bireyi yalnızlaştıran bir hastalıktır. Bağımlı birey madde kullanımı için hobilerinden, işinden, sosyal aktivitelerden vazgeçmektedir. Madde kullanan bireyin tedavi sürecinin başarılı devam etmesi için sosyal çevreden destek alması, boş zamanlarının değerlendirilmesi, iş sahibi olması gibi konular önem teşkil etmektedir. Bu çalışmada madde kullanıcıların iş ve çalışma tecrübelerine odaklanılmıştır. 8 madde kullanıcısı ile yapılan görüşmelerden elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. İş/Çalışma İlişkileri ve Madde Kullanımı, Çalışma Yaşamına Katılmada Bir Engel Olarak Madde Kullanım Geçmişi, Tedavi Süreci ve Sonrasında Kritik Bir Değişken Olarak İş Yaşamına Katılmak ve Madde Kullanım Geçmişi Olanlara Uygun İş Kolları olmak üzere 4 farklı tema elde edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular ışığında madde kullanım geçmişi olan temiz kişilerde madde kullanımının iş yaşamına katılmak önemli bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Yalnızca madde kullanımı sebebiyle değil, madde kullanım sürecindeki tecrübelerin de iş ve çalışma yaşamına katılımda önemli sorunlar doğurduğu anlaşılmaktadır. Bunlara ek olarak aktif madde kullanımı olmayan kişilerde istihdam süreçlerine katılım sağlamak, tedavi üzerinde olumlu ve tamamlayıcı etkiye sahipken, aktif madde kullanımı sırasında çalışma yaşamına katılmak tedaviyi olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu araştırma, kendini homoseksüel veya heteroseksüel olarak tanımlayan bireylerde yaşantısal kaçınma, değer odaklı yaşam ve depresyon-anksiyete-stres arasındaki ilişkiyi belirleme ve homoseksüel bireylerde değer odaklılığın depresyon, anksiyete ve stres puanlarını yordama gücünü tespit etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma grubu 184’ü homoseksüel, 175’i heteroseksüel olmak üzere 359 kişiden oluşmaktadır. Verilerin analizi için Bağımsız Gruplar t-Testi, Pearson çarpım moment korelasyon analizi, Çoklu Standart Regresyon analizi yapılmıştır. Araştırmanın bulguları; eşcinsel davranış eğilimi gösteren bireylerde değer verme ölçeği ilerleme ve tıkanma alt boyutlarının depresyonu %46 (r = .679; p <.001), anksiyeteyi %19 (r=.437; p<.001), stres puanını ise %33 (r=.571; p<.001) anlamlı şekilde yordadıklarını göstermektedir. Ayrıca yapılan Bağımsız Gruplar t-Testi sonucu depresyon (p <.01), anksiyete (p <.01) ve stres (p <.05) puanlarının her üçünde homoseksüel grubun puan ortalamasının daha fazla olduğu görülmüştür. Değer Verme Ölçeğinin “tıkanma” alt boyutunda ve Yaşantısal Kaçınma Ölçeğinin “baskılama/inkâr” ve “sıkıntıdan hoşlanmama” alt boyutlarında homoseksüel grubun anlamlı düzeyde daha yüksek puan aldığı görülmüştür.
Madde kullanımı ile başlayan bağımlılık birçok faktörün bir araya gelmesiyle oluşan süreçtir. Biyopsikososyal bir sorun olan bağımlılık iyileşme ve tekrarlamalarla seyreder. Bağımlılık tek boyutlu bir sorun olmadığı için tedavi sürecide tek boyutlu düşünülmemelidir. Dolayısıyla bağımlılık tedavisi bütüncül yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu noktada bağımlılık tedavisinin sürekli ve uzun yıllar devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle uygulanan tedavilerin komplike ve zarar azaltmaya yönelik olması gerekmektedir. Araştırmanın amacı madde kullanıcısı olan kişilerde kendi kendine tedavi yönteminde öne çıkan unsurları incelemektir.
Bu çalışmada nitel araştırma içerisinde yer alan fenomenolojik araştırma yöntemi kullanılmıştır. 16 katılımcıyla gerçekleştirilen görüşmelerde yarı yapılandırılmış mülakat formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler, betimsel analiz yöntemine göre yorumlanmıştır.
Veriler kapsamında 3 tema oluşturulmuştur. Bu temalar, “Kendi Kendine Tedavi Sürecinde Kullanılan Yöntemler”, “Kendi Kendini Tedaviyi Seçmede Motivasyon Kaynakları”, “Kendi Kendini Tedavi Etmek Zorunda Kalmak” şeklinde isimlendirilmiştir.
Kişilerin kendi kendilerine tedavi etme stratejileri açısından öne çıkan unsurlar; ilaç kullanımı, çevre değişikliği, madde isteğiyle başa çıkarken aktiviteler yapma, maddeyi temin edememe, manevi yönelim, sorumluluk alma ve aile desteği olarak değerlendirilebilir. Bu bulgular, madde kullanımı olan bireylerin kendi kendine tedavi süreçlerine yönelik daha etkili destek ve müdahale programlarının geliştirilmesine katkı sağlayabilir.
Araştırmada Youtube platformunda yer alan içerikler üzerinden eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin çocukluk dönemi aile deneyimlerine dair detaylı bir bakış ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu kapsamda nitel araştırma yöntemi kullanılmış ve fenomenolojik yaklaşım benimsenmiştir. Ölçüt örneklem yöntemi ile oluşturulan 66 video içerik ise araştırmanın örneklem grubunu oluşturmuştur. Araştırmanın analiz aşamasında içerik analizi yöntemi kullanılarak verilerin analizinde Maxqda 2020 Analytics Pro programından yararlanılmıştır. Elde edilen veriler; aile dinamikleri, anne ve baba ile ilişkiler olmak üzere 2 ana tema ve 29 alt tema halinde ortaya konulmuştur. Araştırmanın sonucunda; eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin çocukluk dönemine ilişkin olumsuz aile deneyimlerinin ağırlıklı olduğu; sevgi ve ilgi ihtiyacının karşılandığı bir anne figürünün yanı sıra ilgisiz, pasif ve aileden uzak bir baba figürünün hâkim olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte trans kadınların diğer cinsel kimliklere oranla her bir tema içerisinde daha fazla ortak söylemlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda araştırmadan elde edilen veriler; eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin farklı yaşam hikayelerine rağmen aileye dönük benzer temalarının var olduğunu ortaya koymaktadır.
İleri yaş hükümlüler, hem yaşlılıklarından hem de hükümlü olmalarından kaynaklanan iki dezavantajlı durumu aynı anda deneyimledikleri için cezaevi içerisinde pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu araştırmada ileri yaş eski hükümlü erkeklerin; cezaevi sürecinde yaşadıkları zorlukları ortaya çıkarmak ve tahliye sonrası deneyimlerini ve topluma uyum pratiklerini incelemek amaçlanmıştır. Bu kapsamda nitel araştırma yöntemi ve fenomenolojik desen kullanılmıştır. Veriler, 50 yaş ve üzeri 8 ileri yaş eski hükümlü erkek ile yapılan derinlemesine mülakatlar ve gözlemler aracılığıyla toplanmış ve betimsel analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Araştırmada ileri yaş hükümlülerin; fiziksel, psikolojik, sosyal ve sağlık sorunları yaşadıkları, cezaevinin fiziksel şartlarının yaşlı hükümlüler için uygun olmadığı, yaşlıların sağlık ihtiyaçlarının ve tıbbi bakımlarının karşılanması noktasında yetersizliklerin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca tahliye olduktan sonra ileri yaş eski hükümlülerin yeni yaşamlarına uyum sağlayabilmeleri için 6 ay-2 yıllık alışma sürecine ihtiyaç duydukları, bu sürenin uygulanmadığı bazı zamanlarda aile üyeleri ile beklentilerinin çatıştığı ve aile ilişkilerinde kopuklukların meydana geldiği, bireylerin iş yaşamına dâhil olmakta zorlandıkları görülmüştür. Bunun yanı sıra sosyal, teknolojik ve ilişkisel değişimlere uyum sağlamakta zorlandıkları da tespit edilmiştir. Sonuç olarak ileri yaş hükümlülere yönelik mesleki farkındalığın kazanılması, cezaevinin fiziksel şartlarının yeniden düzenlenmesi, tahliye sonrası süreçte ileri yaş eski hükümlülere yönelik sosyal destek sunulması gerektiği düşünülmektedir.
Bu çalışma, Türkiye’de son 10 yıldaki çalışmalardan uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili verilerin analiz edilmesi amacıyla yapılmıştır. Türkiye’de uçucu maddelerin kötüye kullanımını konu edinen yeterli çalışmanın olmaması bu çalışmanın yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Ayrıca yapılan çalışmaların sıklıkla madde bağımlılığıyla ilgili genel çalışmalar olması uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili detaylı bilgiler edinilebilmesini zorlaştırdığından bu çalışmada uçucu madde kullanımı ile ilgili genel durumu ortaya koymak hedeflenmiştir. Veriler çeşitli arama motorlarından anahtar kelimelerin aratılması ile toplanmıştır. Araştırma, 2011-2021 arasındaki çalışmaların değerlendirilmesi için sistematik derleme metoduyla yapılmıştır. Çalışmada Türkiye’de yapılmış çalışmalar incelenerek verileri, bütüncül bir yaklaşımla tablolaştırılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda 202 çalışma derinlemesine incelenmiştir. Araştırmanın bulgular kısmında çalışmaların niceliksel özellikleri ile uçucu madde kullanıcılarının niceliksel ve niteliksel özellikleri detaylıca aktarılmıştır. Çalışma sonucunda uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili çalışmaların sıklıkla yüksek lisans tezi ve makale türünde olduğu, konu hakkında geniş kapsamlı çalışmaların bulunmadığı, nicel verilere sıklıkla madde bağımlılığını konu edinen çalışmaların içinde rastlandığı görülmüştür. Uçucu maddelerin niteliklerini konu edinen çalışmalar genellikle olgu sunumu yapılan makalelerdir. Olgu sunumları geniş kullanıcı gruplarını temsil etmediğinden kapsamlı bilgilere edinilmesine imkân sağlamamaktadır. Çalışma sonucunda konunun, araştırmalarda yeterince ele alınmaması ve küçük yaştaki çocukların risk grubu olması nedenleriyle araştırmacılar tarafından gündeme alınması gerektiği düşünülmüştür.
Bu araştırma, yaptıkları işin içeriği gereği sürekli olarak sağlıksız aile yapıları ile karşı karşıya kalan ve Aile Mahkemelerinde görev yapan sosyal çalışmacıların, çalışma sürecinde edindikleri deneyimlerin evlilik ve aile kurumuna yönelik bakış açılarına nasıl etki ettiğini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Nitel araştırma deseninin kullanıldığı bu araştırma kapsamında İstanbul iline bağlı adliyelerde en az bir yıldır görev yapan 24 sosyal çalışmacı ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Saha araştırmasından elde edilen bulgular 4 ana tema etrafında ele alınmıştır. Araştırma sonucunda sosyal çalışmacıların evlilik ve aile kurumuna ilişkin algılarının şekillenmesinde Aile Mahkemelerinde çalışmalarının önemli bir belirleyici etken olduğu görülmüştür. Sosyal çalışmacıların meslek yaşantılarındaki tecrübelerinin evlilik ve aile hayatlarına birtakım olumlu veya olumsuz yansımalarının olduğu görülmekle birlikte olumsuz yansımaların evli sosyal çalışmacılara kıyasla bekar sosyal çalışmacılarda daha fazla etkili olduğu dikkat çekmiştir.