Makaleler
Bu çalışma, sosyal hizmet uzmanlarının karar verme davranışlarını etkileyen faktörlerin mesleki deneyimlerine dayalı olarak incelenmesini amaçlamaktadır. Bu amaca istinaden nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Ayrıca araştırma desenleri arasından durum çalışması deseni kullanılmış ve yirmi katılımcıyla yüz yüze görüşmeler yapılmıştır. Bir diğer veri toplama yöntemi gözlemdir. Katılımcıların karar verme sürecini etkileyen sekiz temel faktör belirlenmiştir. Bunlar: sosyal hizmet uzmanlarının görüşleri (müşteriler, yoksulluk, sosyo- ekonomik destek hizmetleri), uygulamadaki değerlendirme süreci, öznel deneyimleri, dünya görüşleri ve ideolojiler, mesleki eğitim, işyerindeki mesleki deneyim, meslektaşlarla istişare, kurumsal ve kurumsal olmayan beklentiler. Belirlenen faktörler, sosyal hizmet uzmanlarından makul ve gerekçeli kararlara varmaları beklendiğinde karar verme davranışlarının karmaşıklığına işaret etmektedir. Ayrıca kararlarında subjektif değerlendirmeler de mevcuttur. Bu nedenle aynı vaka hakkında farklı kararların olma ihtimalini ortaya çıkmaktadır. Bu, sosyal hizmet uzmanlarının mesleki uygulama ile kişisel değerler arasında bulanık olabilecek sınırları tanıyabilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları kendi değerleri ve mesleki sınırları arasında ayrım yapabilmelidir. Mesleki standartların korunmasına özel dikkat gösterilmelidir. Araştırma sonucunda daha ileri araştırmalara yönelik çıkarımlar tartışılmıştır. Ve sosyal hizmet uzmanlarının karar verme yöntemlerine ilişkin rehberlik yapması hedeflenmektedir.
Öz
Bu araştırmada yaşlılara bakım veren aile üyelerinin bakım verme ile hakları konusunda ne kadar bilgiye sahip olduklarını ortaya çıkarmak, yararlandıkları hizmetleri değerlendirmek ve ihtiyaçlarını tespit etmek amaçlanmıştır. Bu amaç için nitel araştırma yöntemi, durum çalışması deseni kullanılmış, derinlemesine mülakat ile gözlem yapılarak veri toplanmıştır. 48’i bakım veren, 15’i yaşlı olmak üzere toplam 63 kişi ile iletişime geçilmiştir. Ancak Covid-19 nedeni ile birçok kişi mülakat yapmayı kabul etmemiş ve toplam 19 bakım veren aile üyesi ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler Maxqda Nitel Veri Analiz Programına yüklenmiş, veriler birkaç kez okunmuş, kodlamalar yapılarak ana temalara ulaşılmıştır. Veri analizinde betimsel analiz tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda bakım verenlerin bakım verme ve hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları görülmüştür. Bu durumda hem meslek elemanları tarafından bilgilendirilmemelerinin hem de haklarının yeterince tanıtılmamasının etkili olduğu belirlenmiştir. Bununla beraber ev içi yardımcı personele, psikolojik-sosyal-maddi desteğe, yaşlı bakımı eğitimine, sosyal güvenceye, toplumsal farkındalığa ihtiyaç duydukları tespit edilmiştir. Bakım verenlerin bilgi düzeyleri ve ihtiyaçları doğrultusunda gerekli uygulama ve politikaların üretilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Öz
Sürekli artış gösteren ve toplumsal bir sorun haline gelen boşanma, bireyler açısından da çeşitli problemlere neden olmaktadır. Bu çalışmada, boşanmış erkeklerin, erkeklik bağlamında yaşadığı boşanma deneyimlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma, karma yöntem kullanılarak yakınsayan paralel desende tasarlanmıştır. Çalışmanın nicel kısmı için sosyo-demografik sorularla beraber; FISHER Boşanma/Ayrılığa Uyum ölçeği-Kısa Formu ve Yaşam Doyumu Ölçeği kullanılmıştır. Nitel kısımda ise araştırmacı tarafından hazırlanan nicel veri toplama araçları ile paralellik gösteren, yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Araştırmanın nicel aşaması için 400, nitel aşaması için 18 boşanmış erkekten veri toplanmıştır. Elde edilen nicel ve nitel veriler ayrı ayrı analiz edilmiştir. Araştırmanın nicel bulgularında katılımcıların demografik bilgileri ile ölçeklerin ilişkili veriler sunulmuştur. Nitel kısımda ise boşanmış erkeklerin çocuklarına dair deneyimleri, yasal süreçlere ilişkin deneyimleri, baş etme mekanizmaları ve boşanma uyumlarına ilişkin veriler sunulmuştur. Son kısımda ise nicel ve nitel veriler birleştirilerek literatürle birlikte tartışılmıştır. Araştırmanın sonucuna göre boşanma olgusu muhatap olduğu tüm kesimleri etkilemektedir. Eril düzen içinde erkek olmanın da zor olduğu, bu anlamda erkeklerin boşanma durumunda olumsuz deneyimler yaşadığı, boşanma sürecinde ve sonrasında pek çok sorun yaşadıkları anlaşılmıştır. Boşanmış erkeklerin başlıca; ekonomik problemler, psikolojik problemler, kalacak yer sorunu, çocuklarını görememe, nafaka problemi, ebeveyne yabancılaşma sorunu, yalnızlık, dışlanmışlık vb. sorunlar yaşadıkları görülmüştür.
Madde bağımlılığı, toplumlar için risk arz eden bir hastalıktır. Dünya üzerinde her yıl bağımlı oranları yükselmesiyle ülkeler bağımlılık üzerine her geçen yıl aldıkları önlemleri artırmaktadırlar. Madde bağımlılığı, bireyin hem ruhsal hem de fiziksel sağlığını olumsuz etkileyen, sosyal anlamda bireyi yalnızlaştıran bir hastalıktır. Bağımlı birey madde kullanımı için hobilerinden, işinden, sosyal aktivitelerden vazgeçmektedir. Madde kullanan bireyin tedavi sürecinin başarılı devam etmesi için sosyal çevreden destek alması, boş zamanlarının değerlendirilmesi, iş sahibi olması gibi konular önem teşkil etmektedir. Bu çalışmada madde kullanıcıların iş ve çalışma tecrübelerine odaklanılmıştır. 8 madde kullanıcısı ile yapılan görüşmelerden elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. İş/Çalışma İlişkileri ve Madde Kullanımı, Çalışma Yaşamına Katılmada Bir Engel Olarak Madde Kullanım Geçmişi, Tedavi Süreci ve Sonrasında Kritik Bir Değişken Olarak İş Yaşamına Katılmak ve Madde Kullanım Geçmişi Olanlara Uygun İş Kolları olmak üzere 4 farklı tema elde edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular ışığında madde kullanım geçmişi olan temiz kişilerde madde kullanımının iş yaşamına katılmak önemli bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Yalnızca madde kullanımı sebebiyle değil, madde kullanım sürecindeki tecrübelerin de iş ve çalışma yaşamına katılımda önemli sorunlar doğurduğu anlaşılmaktadır. Bunlara ek olarak aktif madde kullanımı olmayan kişilerde istihdam süreçlerine katılım sağlamak, tedavi üzerinde olumlu ve tamamlayıcı etkiye sahipken, aktif madde kullanımı sırasında çalışma yaşamına katılmak tedaviyi olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu araştırma, kendini homoseksüel veya heteroseksüel olarak tanımlayan bireylerde yaşantısal kaçınma, değer odaklı yaşam ve depresyon-anksiyete-stres arasındaki ilişkiyi belirleme ve homoseksüel bireylerde değer odaklılığın depresyon, anksiyete ve stres puanlarını yordama gücünü tespit etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma grubu 184’ü homoseksüel, 175’i heteroseksüel olmak üzere 359 kişiden oluşmaktadır. Verilerin analizi için Bağımsız Gruplar t-Testi, Pearson çarpım moment korelasyon analizi, Çoklu Standart Regresyon analizi yapılmıştır. Araştırmanın bulguları; eşcinsel davranış eğilimi gösteren bireylerde değer verme ölçeği ilerleme ve tıkanma alt boyutlarının depresyonu %46 (r = .679; p <.001), anksiyeteyi %19 (r=.437; p<.001), stres puanını ise %33 (r=.571; p<.001) anlamlı şekilde yordadıklarını göstermektedir. Ayrıca yapılan Bağımsız Gruplar t-Testi sonucu depresyon (p <.01), anksiyete (p <.01) ve stres (p <.05) puanlarının her üçünde homoseksüel grubun puan ortalamasının daha fazla olduğu görülmüştür. Değer Verme Ölçeğinin “tıkanma” alt boyutunda ve Yaşantısal Kaçınma Ölçeğinin “baskılama/inkâr” ve “sıkıntıdan hoşlanmama” alt boyutlarında homoseksüel grubun anlamlı düzeyde daha yüksek puan aldığı görülmüştür.
Madde kullanımı ile başlayan bağımlılık birçok faktörün bir araya gelmesiyle oluşan süreçtir. Biyopsikososyal bir sorun olan bağımlılık iyileşme ve tekrarlamalarla seyreder. Bağımlılık tek boyutlu bir sorun olmadığı için tedavi sürecide tek boyutlu düşünülmemelidir. Dolayısıyla bağımlılık tedavisi bütüncül yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu noktada bağımlılık tedavisinin sürekli ve uzun yıllar devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle uygulanan tedavilerin komplike ve zarar azaltmaya yönelik olması gerekmektedir. Araştırmanın amacı madde kullanıcısı olan kişilerde kendi kendine tedavi yönteminde öne çıkan unsurları incelemektir.
Bu çalışmada nitel araştırma içerisinde yer alan fenomenolojik araştırma yöntemi kullanılmıştır. 16 katılımcıyla gerçekleştirilen görüşmelerde yarı yapılandırılmış mülakat formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler, betimsel analiz yöntemine göre yorumlanmıştır.
Veriler kapsamında 3 tema oluşturulmuştur. Bu temalar, “Kendi Kendine Tedavi Sürecinde Kullanılan Yöntemler”, “Kendi Kendini Tedaviyi Seçmede Motivasyon Kaynakları”, “Kendi Kendini Tedavi Etmek Zorunda Kalmak” şeklinde isimlendirilmiştir.
Kişilerin kendi kendilerine tedavi etme stratejileri açısından öne çıkan unsurlar; ilaç kullanımı, çevre değişikliği, madde isteğiyle başa çıkarken aktiviteler yapma, maddeyi temin edememe, manevi yönelim, sorumluluk alma ve aile desteği olarak değerlendirilebilir. Bu bulgular, madde kullanımı olan bireylerin kendi kendine tedavi süreçlerine yönelik daha etkili destek ve müdahale programlarının geliştirilmesine katkı sağlayabilir.
Araştırmada Youtube platformunda yer alan içerikler üzerinden eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin çocukluk dönemi aile deneyimlerine dair detaylı bir bakış ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu kapsamda nitel araştırma yöntemi kullanılmış ve fenomenolojik yaklaşım benimsenmiştir. Ölçüt örneklem yöntemi ile oluşturulan 66 video içerik ise araştırmanın örneklem grubunu oluşturmuştur. Araştırmanın analiz aşamasında içerik analizi yöntemi kullanılarak verilerin analizinde Maxqda 2020 Analytics Pro programından yararlanılmıştır. Elde edilen veriler; aile dinamikleri, anne ve baba ile ilişkiler olmak üzere 2 ana tema ve 29 alt tema halinde ortaya konulmuştur. Araştırmanın sonucunda; eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin çocukluk dönemine ilişkin olumsuz aile deneyimlerinin ağırlıklı olduğu; sevgi ve ilgi ihtiyacının karşılandığı bir anne figürünün yanı sıra ilgisiz, pasif ve aileden uzak bir baba figürünün hâkim olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte trans kadınların diğer cinsel kimliklere oranla her bir tema içerisinde daha fazla ortak söylemlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda araştırmadan elde edilen veriler; eşcinsel davranış eğilimi ve transseksüaliteye sahip olan bireylerin farklı yaşam hikayelerine rağmen aileye dönük benzer temalarının var olduğunu ortaya koymaktadır.
İleri yaş hükümlüler, hem yaşlılıklarından hem de hükümlü olmalarından kaynaklanan iki dezavantajlı durumu aynı anda deneyimledikleri için cezaevi içerisinde pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu araştırmada ileri yaş eski hükümlü erkeklerin; cezaevi sürecinde yaşadıkları zorlukları ortaya çıkarmak ve tahliye sonrası deneyimlerini ve topluma uyum pratiklerini incelemek amaçlanmıştır. Bu kapsamda nitel araştırma yöntemi ve fenomenolojik desen kullanılmıştır. Veriler, 50 yaş ve üzeri 8 ileri yaş eski hükümlü erkek ile yapılan derinlemesine mülakatlar ve gözlemler aracılığıyla toplanmış ve betimsel analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Araştırmada ileri yaş hükümlülerin; fiziksel, psikolojik, sosyal ve sağlık sorunları yaşadıkları, cezaevinin fiziksel şartlarının yaşlı hükümlüler için uygun olmadığı, yaşlıların sağlık ihtiyaçlarının ve tıbbi bakımlarının karşılanması noktasında yetersizliklerin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca tahliye olduktan sonra ileri yaş eski hükümlülerin yeni yaşamlarına uyum sağlayabilmeleri için 6 ay-2 yıllık alışma sürecine ihtiyaç duydukları, bu sürenin uygulanmadığı bazı zamanlarda aile üyeleri ile beklentilerinin çatıştığı ve aile ilişkilerinde kopuklukların meydana geldiği, bireylerin iş yaşamına dâhil olmakta zorlandıkları görülmüştür. Bunun yanı sıra sosyal, teknolojik ve ilişkisel değişimlere uyum sağlamakta zorlandıkları da tespit edilmiştir. Sonuç olarak ileri yaş hükümlülere yönelik mesleki farkındalığın kazanılması, cezaevinin fiziksel şartlarının yeniden düzenlenmesi, tahliye sonrası süreçte ileri yaş eski hükümlülere yönelik sosyal destek sunulması gerektiği düşünülmektedir.
Bu çalışma, Türkiye’de son 10 yıldaki çalışmalardan uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili verilerin analiz edilmesi amacıyla yapılmıştır. Türkiye’de uçucu maddelerin kötüye kullanımını konu edinen yeterli çalışmanın olmaması bu çalışmanın yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Ayrıca yapılan çalışmaların sıklıkla madde bağımlılığıyla ilgili genel çalışmalar olması uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili detaylı bilgiler edinilebilmesini zorlaştırdığından bu çalışmada uçucu madde kullanımı ile ilgili genel durumu ortaya koymak hedeflenmiştir. Veriler çeşitli arama motorlarından anahtar kelimelerin aratılması ile toplanmıştır. Araştırma, 2011-2021 arasındaki çalışmaların değerlendirilmesi için sistematik derleme metoduyla yapılmıştır. Çalışmada Türkiye’de yapılmış çalışmalar incelenerek verileri, bütüncül bir yaklaşımla tablolaştırılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda 202 çalışma derinlemesine incelenmiştir. Araştırmanın bulgular kısmında çalışmaların niceliksel özellikleri ile uçucu madde kullanıcılarının niceliksel ve niteliksel özellikleri detaylıca aktarılmıştır. Çalışma sonucunda uçucu madde kullanıcılarıyla ilgili çalışmaların sıklıkla yüksek lisans tezi ve makale türünde olduğu, konu hakkında geniş kapsamlı çalışmaların bulunmadığı, nicel verilere sıklıkla madde bağımlılığını konu edinen çalışmaların içinde rastlandığı görülmüştür. Uçucu maddelerin niteliklerini konu edinen çalışmalar genellikle olgu sunumu yapılan makalelerdir. Olgu sunumları geniş kullanıcı gruplarını temsil etmediğinden kapsamlı bilgilere edinilmesine imkân sağlamamaktadır. Çalışma sonucunda konunun, araştırmalarda yeterince ele alınmaması ve küçük yaştaki çocukların risk grubu olması nedenleriyle araştırmacılar tarafından gündeme alınması gerektiği düşünülmüştür.
Bu araştırma, yaptıkları işin içeriği gereği sürekli olarak sağlıksız aile yapıları ile karşı karşıya kalan ve Aile Mahkemelerinde görev yapan sosyal çalışmacıların, çalışma sürecinde edindikleri deneyimlerin evlilik ve aile kurumuna yönelik bakış açılarına nasıl etki ettiğini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Nitel araştırma deseninin kullanıldığı bu araştırma kapsamında İstanbul iline bağlı adliyelerde en az bir yıldır görev yapan 24 sosyal çalışmacı ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Saha araştırmasından elde edilen bulgular 4 ana tema etrafında ele alınmıştır. Araştırma sonucunda sosyal çalışmacıların evlilik ve aile kurumuna ilişkin algılarının şekillenmesinde Aile Mahkemelerinde çalışmalarının önemli bir belirleyici etken olduğu görülmüştür. Sosyal çalışmacıların meslek yaşantılarındaki tecrübelerinin evlilik ve aile hayatlarına birtakım olumlu veya olumsuz yansımalarının olduğu görülmekle birlikte olumsuz yansımaların evli sosyal çalışmacılara kıyasla bekar sosyal çalışmacılarda daha fazla etkili olduğu dikkat çekmiştir.
Bu çalışma; suç ve şiddet haberlerinde kadının öne çıkan temsillerini, şiddetin türünü, gerekçesini, yöntemini, haberlerin içerik ve teknik açıdan aktarım şekillerini kadınların faillik veya mağdurluk durumlarına göre karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda Hürriyet, Sözcü ve Yeni Şafak gazetelerinin; 2018-2019 yılları Temmuz, Ekim ve Ocak aylarında yayınlanan 540 3. sayfa haberi içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Haberlerde yer alan kadınların önemli bir kısmı (%82) bir olayın veya durumun mağduru konumundadır. Kadına mağduriyet yaratan kişiler çoğunlukla kadının eşi veya eski eşi (221) olurken kadının fail olduğu durumlarda ise mağdurun daha çok çocuklar (25), yabancı, ilişki düzeyi belli olmayan ya da belirtilmeyen kişiler (24) ve komşu, tanıdık ve akraba (21) olduğu tespit edilmiştir. Kadınların mağduru olduğu suç ve şiddet davranışlarının gerekçesi haber metinlerinde sırasıyla tartışmakavga, boşanma-ayrılık ve kıskançlık şeklindeyken, kadınların fail olarak verildiği haberlerde ise en çok yine tartışma-kavga, nefsimüdafaa ve kıskançlık şeklinde gerekçeler yer almaktadır. Son olarak kadının yer aldığı suç ve şiddet konulu 3. sayfa haberlerin gazetelere göre dağılımı incelendiğinde ise Hürriyet gazetesinin (280), Sözcü (194) ve Yeni Şafak (67) gazetelerine göre daha yoğun bir haber içeriği ürettiği tespit edilmiştir.
Bu çalışma, aile olgusuna rastlanan resimli çocuk kitaplarında aile türleri, ebeveyn rolleri ve ebeveyn davranışlarının ne düzeyde ve nasıl temsil edildiğini incelemeyi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda 3-6 yaş grubuna hitap eden ve en çok satan yüz (100) resimli çocuk kitabı belirlenmiştir. İncelenen resimli çocuk kitaplarından kırk ikisinde (42) aile temalı içerikle karşılaşılmış ve araştırmaya dahil edilmiştir. Araştırma sonucunda aile olgusuna rastlanan kitaplarda çekirdek aile yapısının geniş aile yapısına göre daha fazla temsil edildiği tespit edilmiştir. Ebeveyn rolleri incelendiğinde fiziksel, ekonomik ve duygusal bakım sağlayan ebeveyn temsillerine ulaşılmıştır. Fiziksel bakım sağlayan ebeveyn rolünde anne, ekonomik bakım sağlayan ebeveyn rolünde ise baba temsilleri daha fazla öne çıkmaktadır. Hem anne hem baba şefkatli, koruyup kollayan, ilgilenen, seven konumunda yansıtılırken, anne temsilinden farklı olarak babalar kendine güveni tam, öğreten ve güç gerektiren işleri üstlenen özellikleriyle ayrışmaktadır. Ebeveyn davranışları incelendiğinde ise eğitici ebeveyn, kolaylaştırıcı ortam oluşturan ebeveyn, reddedici/ eleştiren ebeveyn, yol gösterici/ katılımcı ebeveyn, disiplinli ebeveyn olmak üzere 5 farklı ebeveyn davranışı öne çıkmaktadır. Çocukların gelişim ve ihtiyaçlarını önceleyerek bilgi ve becerilerini geliştirmeyi amaçlayan çocuk kitaplarının başta aile olmak üzere olumlu ebeveyn temsilleri ve davranışlarının çocuk kitaplarında daha fazla öne çıkartılması çocukların davranış edinimlerine olumlu katkı sağlayacağı unutulmamalıdır.
Bireyin uyuşturucu madde kullanımına yol açan çevresel risk faktörlerinden birini akran etkisi oluşturmaktadır. Akran grubu, madde kullanımının her aşamasında farklı süreç ve şekillerde etkisini göstermektedir. Araştırmamızda bağımlılık sürecinde arkadaş ilişkilerinin nasıl bir etkiye sahip olduğuna ilişkin Youtube platformu üzerinden bir içerik analizi çalışması yapılmıştır. Bu kapsamda Youtube platformu üzerinde uyuşturucu madde bağımlılarının konuk olarak alındığı ve 100.000 üzeri izlenme oranına sahip 11 video incelenmiştir. Bu videolarda bağımlılık hikayelerini anlatan katılımcıların anlatılarında arkadaşlık ve akran ilişkilerine yönelik yorum ve tecrübeleri değerlendirilmiştir. Araştırmanın sonucunda, arkadaş ilişkilerinin bireylerin maddeyi ilk deneyimleme aşamasında etkili olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca, bağımlılığı devam ettirme ve iyileşme süreçlerinde de arkadaşlar ile olan ilişkilerin son derece etkin bir rol oynadığı bulunmuştur. Son olarak, arkadaş çevresi ile gelişen madde kullanım sürecinin; bağımlıların bir kısmı açısından ihtiyaçların karşılanması noktasında satıcılık aşamasına geçtiği tespit edilmiştir.
Bu araştırma, yaptıkları işin içeriği gereği sürekli olarak boşanma olgusunu deneyimlemekte olan veya deneyimlemiş ailelerle çalışan ve aile mahkemelerinde görev yapan sosyal çalışmacıların, çalışma sürecinde edindikleri deneyimler çerçevesinde boşanma olgusuna ilişkin düşüncelerini, görüş ve önerilerini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Nitel araştırma deseninin kullanıldığı bu araştırma kapsamında İstanbul iline bağlı adliyelerde en az bir yıldır görev yapan 24 sosyal çalışmacı ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Saha araştırmasından elde edilen veriler 3 ana tema ve onların altında yer alan alt temalar çerçevesinde ele alınmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular incelendiğinde; verilerin, sosyal çalışmacıların boşanma hakkındaki düşünceleri, çiftleri boşanmaya götüren sebeplerin neler olduğuna dair görüşleri, boşanmaların azalmasında topluma ve devlete ne gibi görevler düştüğüne ilişkin ifadelerini içeren başlıklar altında toplandığı görülmüştür. Yapılan araştırmada, sosyal çalışmacıların boşanmayı doğal ve olağan bir süreç olarak niteledikleri, boşanma nedenlerinde ilk üç sıraya ailelerin müdahalesi, sadakatsizlik ve iletişim eksikliğini koydukları anlaşılmış; boşanmaların azalması için geniş aile ve sosyal çevrenin çiftlerin evliliğine ilişkin olumsuz müdahalelerden kaçınmalarının, birlikteliğin her döneminde çiftlerin profesyonel destek almalarının ve topluma yönelik bilinçlendirme çalışmaları yapılmasının önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araştırma sonuçlarıyla ilişkili olarak; aile ve evlilik kurumunun sağlıklı bir yapıya kavuşması ve olumlu bir gidişat sergilemesi için bireylere, topluma ve devlete yönelik öneriler geliştirilmiştir.
Amaç: Araştırmada, alkol ve madde bağımlısı bireylerin tedaviye başlamasında veya tedaviyi sürdürmesinde sosyal destek sisteminin önemini keşfetmek amaçlanmaktadır. Yöntem: Bu kapsamda tedavi sürecine devam eden 18 bağımlı katılımcıyla nitel araştırma yöntemi kullanılarak derinlemesine mülakat ve gözlem yapılmış, elde edilen veriler betimsel analiz yöntemiyle analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırma sonucunda sosyal desteğin; bağımlıların tedavi kararı almaları, tedaviyi sürdürme motivasyonları, ayık kalma sürelerinin uzaması ve tedavinin olumlu seyretmesi üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştır. Bağımlıların remisyon süresinin uzamasıyla sosyal destek sistemleri arasında yakın bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Tedavi sürecinde yer alan katılımcılar için aile, arkadaş, kendine yardım grupları, dini inançlar ve iş yaşamı en çok destek sunan sosyal sistemler olarak öne çıkmaktadır. Sonuç: Bağımlıların psikolojik veya ilaçlı tedavilerinin yanında özellikle tedaviye karar verme ve tedaviyi sürdürme süreçlerinin de profesyonel olarak yönetilebilmesi gerekmektedir. Bağımlılığın tedavisinde başarının artırılması için bağımlı bireyin sosyal destek sistemleriyle yakından çalışmaya imkân sunacak yaklaşımların ve yöntemlerin artırılmasının önemli olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışma ile bağımlı bireylerle çalışan profesyonellerin gözlemlerinden yola çıkarak gençlerde madde kullanımının oluşumu ve tedavi süreçlerinde aile etkisinin etiyolojini ortaya çıkarabilmek ve bağımlılık öyküsü içerisinde aile deneyimlerini daha yakından inceleyebilmek amaçlanmıştır. Araştırma, nitel araştırma yöntemine ve fenomenolojik desene uygun olarak yürütülmüştür. Birbirinden farklı kurumlarda görev yapan, farklı mesleklere sahip ve madde bağımlısı bireylerle çalışan 15 kişiyle derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler sonucunda; bağımlılığa evrilen aşamadan bağımlılık sonrası aşamalara kadarki her bir süreç içerisinde aile faktörünün farklı etki ve deneyimlere sahip olduğu tespit edilmiştir. Bağımlılık öncesi süreçte krizler, problemler, iletişimsizlikler, travmatik yaşam deneyimleri sıklıkla karşılaşılan aile özellikleri olurken; bağımlılık sürecinde madde kullanımından geç haberdar olma, şok-panik-öfke-gizleme gibi davranışsal tepkiler verme ve eş bağımlılık geliştirme gibi aile deneyimleri öne çıkmaktadır. Bağımlılığın tedavisi aşamasında ise sürecin başarılı olabilmesi için aile katılımı ve desteği en önemli unsurlardan biridir. Tedavi aşamasında hızlı ve kolay çözüm yolları talep eden veya var olan tedavinin aksaması durumunda hızlı şekilde motivasyon kaybı yaşayabilen aile deneyimleri tespit edilmiştir. Yine annelerin babalardan daha uzun süre ve daha aktif şekilde tedavi sürecine katıldıkları aileler çoğunluktadır. Sonuç olarak aile faktörü bağımlılığın her aşamasında kendi özel şartları içerisinde değerlendirilmeli ve tedavi sürecine dahil edilmelidir. Tedavi süreçleri sadece bağımlı bireylerle sınırlandırılmamalı, sosyal çevrenin ve özellikle ailelerin de tedaviye uyumu desteklenmelidir.
Bu çalışma 18 yaş altında erken evlilik yapan kadınların evlilik sonrası yaşantılarında erken yaşta evlendikleri için yaşadıkları sorunlara ilişkin bilgi toplamak amacıyla yapılmıştır. Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır ve İstanbul’da yaşayan 18 yaşından önce dinî nikâh ile evlilik yapmış 20 kadın ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler yapılırken yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Araştırma sonucunda; erken yaşta yapılan evliliklerin bireysel ve toplumsal düzeyde çeşitli sorunlara yol açtığı tespit edilmiştir. Erken evliliklerin bireysel düzeyde yol açtığı sorunlar arasında şiddet, cinsel istismar, eğitim hayatından mahrum kalma, geçim sıkıntısı ve erken yaşta yüklenilen sorumlulukların yol açtığı psikolojik sorunlar yer almaktadır. Erken evliliklerin yol açtığı toplumsal sorunlar arasında ise toplumun aile yapısının etkilenmesi, eğitim seviyesinin düşmesi ve yoksulluk yer almaktadır.
Araştırmada, aile mahkemesinde görevli sosyal çalışmacıların gözlem ve deneyimleri aracılığıyla alkol/madde kullanımının boşanma ve hukuki süreçlerle olan ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma, nitel araştırma yöntemine uygun olarak İstanbul’da Aile Mahkemeleri’nde görev yapmakta olan 9 sosyal çalışmacıyla yürütülmüştür. Elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi tercih edilerek Maxqda 2020 Nitel Veri Analiz Programı aracılığıyla analiz edilmiştir. Katılımcılara göre davanın tarafları doğrudan madde ve alkol kullanımından ziyade, bu durumun ortaya çıkardığı dolaylı sonuçlar üzerinden boşanma gerekçesi sunmaktadır. Bağımlı bireylerin madde/alkol bağımlılığının tedavisine ikna edilmesinde evlilik, eş ve çocuklarının önemli motivasyon araçları olduğu anlaşılmıştır. Kişinin tedaviye ikna edilememesi veya tedavinin başarısızlıkla sonuçlanması ise boşanma sürecini hızlandıran etkenlerdendir. Bununla birlikte katılımcı gözlemlerine göre çocuklu eşlerin boşanmaya karar vermesi çocuksuz eşlere göre daha hızlı olmaktadır. Alkol/madde kullanımı, yalnızca boşanmanın bir gerekçesi olmanın ötesinde çocuğun velayetinin hangi ebeveyne verileceği, ebeveyn-çocuk arasındaki şahsi ilişkinin düzenlenmesi konularında da önemli rol oynadığı anlaşılmıştır. Sonuç olarak alkol/madde bağımlılığı sağlıklı aile yapılarının önündeki en önemli tehditlerden birisidir. Aile mahkemelerine boşanmak için başvurulmadan önce eşlerin tedaviye yönelik arayışlarına kapsayıcı, erişilebilir ve nitelikli çözümler sunularak aileler desteklenmeli ve güçlendirilmelidir.
Bu çalışmada yaşlı aile üyesine evde bakım vermenin; aileye kurumsal, bireysel ve ilişkisel zemindeki etkilerini aile kuramları çerçevesinde incelemek amaçlanmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda nitel araştırma yöntemi kullanılmış, durum çalışması deseni tercih edilmiştir. Yarı yapılandırılmış ve sosyodemografik soru formları kullanılarak 19 bakım veren aile bireyi ile derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiş, katılımcı olmayan/doğal gözlem tekniği ile gözlem yapılmıştır. Maxqda Nitel Veri Analiz Programı kullanılarak kodlamalar yapılmış, betimsel analiz gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucunda; bekar bakım verenlerin evlilik birlikteliği ile yeni aile kuramadıkları, diğer aile üyelerinin bakım sürecine destek olmamalarına bağlı olarak bakım veren ailenin yaşadığı zorlukların arttığı, ailedeki çocukların olumlu-olumsuz etkilere maruz kaldıkları, bakım verenin çocuk ve yaşlı bakımı arasında sıkışmışlık yaşayabildiği ortaya çıkarılmıştır. Öte yandan ailelerde bakım verme kaynaklı ilişkisel sorunların yaşandığı, bazı aile üyelerinin iletişimlerinin tamamen sonlandığı, eşler arasında çatışmaların meydana geldiği, yaşlı ve bakım veren arasındaki ilişkinin de bakım verme sürecine bağlı olarak şekillendiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla bakım vermenin aileyi dönüştürdüğü, aile yapısında farklılıklar meydana getirdiği, bireylerin kişilik özelliklerinin değişmesine neden olduğu, aile bireyleri arasındaki ilişkinin bozulmasına yahut daha sağlam olmasına yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu noktalardan hareketle evde bakım hizmet modelinin içeriğinde ve evde bakım veren bireyler ile yürütülen mesleki uygulamalarda değişikliklerin yapılabileceği düşünülmektedir.
Amaç: Toplumda dezavantajlı ve savunmasız gruplar arasında yer alan bağımlı popülasyonu pandemi sürecinden etkilenen gruplardan birini oluşturmaktadır. Buna ilişkin araştırmada alkol ve madde bağımlısı bireylerin pandemi sürecindeki yaşam deneyimlerinin ve tedaviye ilişkin durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu kapsamda uzman, eğitmen ve ex-user olarak görev yapan 10 bağımlı çalışanı ve tedavi sürecine devam eden 5 bağımlı olmak üzere toplamda 15 kişiyle yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılarak derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Pandemi döneminin alkol ve madde bağımlısı bireylerin yaşamlarında olumlu/olumsuz birtakım değişimlere yol açtığı ve bu değişimlerin ağırlıklı olarak sosyal izolasyon, madde temini ve tedaviye yönelik hizmetlerde kendini gösterdiği tespit edilmiştir. Bununla birlikte sosyal izolasyon sürecinin bağımlılar açısından kaygı, stres, işsizlik gibi olumsuz durumları beraberinde getirdiği ve özellikle tedaviye yönelik olarak hizmetleri devam ettirme ve uygulanan alternatif yöntemlere uyum sağlama konusunda zorlukların yaşandığı belirlenmiştir. Sonuç: Genel popülasyon içerisinde savunmasız bir grubu oluşturan bağımlıların özellikle pandemi döneminde hassas bir alan olarak değerlendirilmesi ve bu dönemde yaşanan olumsuzlukların giderilmesine yönelik kurumsal ve sistemsel müdahale planlarının kapsamlı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir.